Yaşam

İktidarın denetimindeki yaşamlar ve ölümler

Doğduğu toprakların (Kamerun’un) tarihine ve Afrika’da sömürgecilik döneminde kurgulanan politikalara dair uzmanlığıyla birlikte, postkolonyal zamanlardaki yaklaşımlara ilişkin tezleriyle tanınan Achille Mbembe; sömürülen, belli bir noktadan sonra ise sistem için sistem tarafından kullanılan, ardından bir köşeye atılıp “fuzuli” diye nitelenen insanları anlatıyor senelerdir. Dahası, ırkçılığa maruz kalanların yanında saf tutarak yaratılan haksızlığın ve ayrımcılığın kaynağına inerek neoliberal tahakkümü ve güvenlik politikalarını eleştiriyor.

Kendisine, sömürgeci sistemin doğurduğu yabancılaşma ve ırk ayrımcılığıyla hesaplaşmaya adayan Franz Fanon’un takipçisi diyen Mbembe; çağımızda yeniden yükselişe geçen milliyetçiliği, popülizmi, aşırı sağı, şiddeti bir başka şiddet eylemiyle bastırma düşüncesini ve insanların sıkıştırıldığı “ya özgürlük ya da güvenlik” ikilemini çözümlüyor metinlerinde.

Yabancıların temizlenmesini ya da ülkelerin göçmenlerden arındırılmasını savunan “arî demokratları” eleştirirken çifte standartlardan, hukukun ve adaletin eğilip bükülmesinden dem vuruyor. Eleştirdiği bir başka konu, iç savaş tehdidi ve tehlikesinin sürekli canlı tutulmasına yol açan; otoriterliği besleyen terör ve karşı-terör bağlantısı: Hukuku, adaleti ve demokrasiyi geri plana itip yaratılan düşmana saldırarak bir “hayat zaiyatı rejimi” meydana getirilmesi.

Mbembe’ye göre güvenlik devletinin düşmanıyla giriştiği kavga, aynı zamanda herkesin katılmasının beklendiği seferberliklerden ve güç gösterilerinden doğan, “herkes kendi yurdunda kalsın” mottosuyla geliştirilen “nanoırkçılığı” tetikliyor. Böylece içi boşaltılmak istenen demokrasi, hukuksuz “hukuk”, âdil olmayan “adalet” eliyle gediklere sızan ayrımcılık ve düşmanlık siyaseti, kültürel ve politik militarizmi ete kemiğe büründürüyor. Mbembe’nin deyişiyle “düşmanlık bağı”nın öne çıktığı bu sistemde öldürmenin, sürgün etmenin ve yok saymanın esas olduğu; ırkçılığın güçlendiği ve yabancıyla savaşmanın her şeyin önüne geçtiği bir “düzen” meydana getiriliyor. Yazar buna “nekropolitik iktidar” diyor.

Kaleme aldığı ‘Nekropolitika’da Mbembe, yaşamın ölüme ve öldürmeye nasıl boyun eğdirildiğini anlatırken şiddetin yeni şiddet dalgaları doğurduğunu ve yaratılan terörün yine terörle yok edilmek istendiği örnekleri hatırlatıyor.

DÜŞMANLIK İLİŞKİSİNDEN DOĞAN FAİLLER VE MAĞDURLAR

Neoliberal kapitalizm, bir çembere hapsettiği insanlardan kimin öleceğine, kimin refah içinde yaşayacağına ve kimin sosyal atık haline getirileceğine karar veriyor. Mbembe’nin deyişiyle egemenliğini dayatıp çizdiği sınırlar dahilinde ölüm ve yaşam üzerine bir tahakküm meydana getiriyor. Yani “iktidarın denetlediği yaşam alanları” oluşturuluyor.

Mbembe’nin yıllardır anlattığı ve ‘Nekropolitika’nın da özü olan düşmanlık ilişkisi böyle kurulurken sistem yöneticileri failler ve mağdurlar yaratıyor. Egemenliğin güç kullanma yetkisinin nerede başlayıp nerede bittiği ve istisnalar, dolayısıyla hukukun ve hakların askıya hangi aşamada alınacağı da belirleniyor.

Egemenliğin gücünün ve iktidarın azametinin, “ölüm sınırının ortadan kalkmasıyla” açığa çıktığını söyleyen Mbembe, politikanın “ölümün çalışması” olduğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle “öldürme hakkı”nın egemenliğin belirleyicisi haline geldiğini hatırlatırken bir not düşüyor: “Güç (ve zorunlu olarak devlet gücü) sürekli olarak istisna, acil durum ve hayali bir düşman kavramına atıfta bulunur ve buna başvurur. Aynı istisna, acil durum ve hayali düşmanı üretmeye çalışır.”

Mbembe, Foucault’ya atıf yaparak biyoiktidarın “insanları yaşaması gerekenler ve ölmek zorunda olanlar” diye ikiye ayırdığını anımsatıyor. Yani bir çeşit ırkçılık meydana getirip yaşayacakları ve ölecekleri belirleyen biyolojik, kültürel ve sosyal gerekçeler sunarak bir ekonomik sistem oluşturuyor. Modernite ve terör bağlantısının fikri altyapısı ise tam da burada kuruluyor Mbembe’ye göre; değersizleştirme, yersiz-yurtsuzlaştırma ve yaşamından etme, söz konusu bağlantının en önemli ayakları: “Modern terörün yükselişine dair herhangi bir tarihsel açıklama, köleliği ele almalıdır çünkü kölelik, biyopolitik deneylerin ilk örneklerinden biri olarak kabul edilebilir. Plantasyon sisteminin yapısı ve ardında bıraktığı etkiler birçok açıdan istisna hâlinin simgesel ve paradoksal figürünü ortaya koyuyor. Bu figür burada iki nedenle paradoksal. İlk olarak plantasyon bağlamında kölenin insanlığı, mükemmel bir gölge figürü olarak görünür. Aslında köle durumu üçlü bir kayıpla sonuçlanır: ‘Ev’ kaybı, bedeni üzerindeki haklarının kaybı ve siyasi statüsünün kaybı. (…) Kuşkusuz, siyasi-hukuki bir yapı olarak plantasyon, kölelerin efendisine aidiyetini yansıtan bir alan. (…) Plantasyonda isyan ve intiharın, kaçış ve sessiz yasın dışında karşılıklılık olmayabilir ve kesinlikle iletişimsel akıl üzerinden iletişimi sağlayan dil yapısı birliği yoktur. Birçok açıdan, plantasyon sakinleri eşzamansız yaşar. Kölenin emek aracı olarak bir değeri vardır. Mülkiyet olarak bir değeri vardır. Emekleri gereklidir ve kullanılır. Dolayısıyla köle yaralı bir halde, dehşet, yoğun zulüm ve ahlaksızlıkla dolu olan kabus gibi bir dünyada hayatta bırakılır. Kölenin yaşamındaki şiddetli gidişat, gözetmenin zalim ve ölçüsüz davranma eğilimindeki hâli ve kölenin bedenen maruz kaldığı acıda belirginleşir. (…) Köle yaşamı, birçok açıdan yaşam içinde ölüm biçimidir.”

Nekropolitika, Achille Mbembe, Çevirmen: Nihan Şakar, 34 syf., SUB Yayın, 2024.

Mbembe’nin kölelikten başlayarak dikkat çektiği modern terörün, özel bir şekle bürünmesine neden olan üç öğe var: Biyoiktidar, istisna ve kuşatma hali. Bu üçlü birbirine bağlandığında, şiddetin ve katliamların kapısı ardına kadar açılıyor: Egemenlik hukuk dışı bir güce, “barış” ise “sonsuz bir savaşa” dönüşebiliyor. Diğer bir ifadeyle öldürmeye ve yaşatmaya karar veren güç, savaşı evcilleştirebiliyor. Kısacası “düşman” ve “suçlu” arasındaki ayrım ortadan kaldırıldığı gibi terör, egemenlerin oluşturduğu çerçeveye göre şekilleniyor. Tıpkı yakın geçmişteki fatih ve yerli ilişkisi gibi…

HAYATTA KALMA MALİYETİ VE ÖLDÜRME BECERİSİ

Mbembe, bahsettiği eylemlerin ve sistemin, karşılıklı dışlama ve düşmanlaştırmaya dayanan nekroiktidarın özünü oluşturduğunu söylüyor. Egemen, kimin önemli ve önemsiz olduğunu, kimin elden çıkarılması ve çıkarılmaması gerektiğini belirleyerek nekroiktidar sistemini işletiyor. Dış ve iç düşman yaratılarak tüm nüfus, egemen olanın hedefine dönüştürülürken öldürmenin sıradanlaştırıldığı ve hayatta bırakmanın keyfileştirildiği bir sistem meydana getiriliyor.

Uzak geçmiştekilerin aksine savaş, küreselleşmeyle birlikte, muğlaklığın hâkim olduğu ve egemenlerin düzenli ordular eliyle değil, taşeronlar kullanarak nekropolitikayı uyguladığı bir eyleme evriliyor. Mbembe, bu durumu Afrika örneğiyle açıklıyor: “Baskı, başlı başına bir meta halini alıyor. Askerî insan gücü, kimin tedarikçi kimin alıcı olduğunun neredeyse hiçbir anlamının bulunmadığı bir pazarda alınıp satılıyor. Şehirdeki siviller ordusu, özel ordular, bölgesel liderlerin orduları, özel güvenlik şirketleri ve devlet orduları, şiddet kullanma veya öldürme hakkına sahip olduğunu iddia ediyor. Komşu devletler veya isyancı hareketler yoksul devletlere ordular kiralayabilir. Devlet olmayan şiddet dağıtıcıları iki temel tehdit kaynağı sağlar: Emek ve mineraller. Gittikçe daha fazla ordudan, vatandaş ve çocuk askerlerden, paralı askerlerden ve korsanlardan oluşur.”

Savaş şirketleri, özel birlikler ve gizli ordular marifetiyle yürütülen işgal ve fetihler, hem insanın hem de doğal kaynakların sömürüsüne yönelirken yine azınlığın çoğunluğa hükmedişinin ve manipülasyonların önü açılıyor. Bu terör de karşı-terörü doğurunca bir kısırdöngüye giriliyor. Ötekileştirilenin ölümünü, üzerinde tahakküm kuranı ötekileştirip öldürmesi izliyor. Kısacası her iki taraf, karşısındakini düşmanlaştırarak birbirinin üzerine yürüyünce nekropolitika amacına ulaşıyor: Bir kişinin hayatta kalma maliyeti, onun başkasını öldürme becerisiyle hesaplanıyor. Mbembe’nin deyişiyle “ölüm ve özgürlük geri dönüşü olmayan şekilde birbirine karışıyor.”

Mbembe; direniş ve intihar, fedakârlık ve kurtuluş, şehitlik ve özgürlük arasındaki sınırları belirsizleştiren nekropolitikanın, öleceklere ve kalacaklara karar verme aracı hâline getirildiğini anlatırken her şeyin bir güç gösterisine ve tahakküme bağlandığını hatırlatıyor.

ortaca-haber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu